Öncelikle bir özürle başlayalım. Geçen haftaki yazımın başlığı ''Başkanlar Savaşı''ydı. Halt etmişim. Militarist bir ifadeyi yazımın başlığına taşımışım. Kendimi, bizim ''Kirpi''cilere* ihbar ediyorum. Cezam neyse, çekmeye hazırım. Mesela, beni Trabzon'a göndersinler, orada ''vatan, millet, bayrak'' konusunu mülkiyetlerine geçirmiş cenaha insanlık, muhabbet, vicdan ve hatta çok sevdikleri o ''delikanlı hukuku'' (kişi başına 400 hassas ülkücü düşer mi?) konusunda ders vermemi organize etsinler. 6-7 Eylül'ü, Kanlı Pazar'ı, Maraş'ı, Çorum'u ve Sivas'ı, mukayeseli anlattırsınlar. Anayasa'da bulunan "Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir. Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bircezaya veya muameleye tabi tutulamaz.'' diye bir maddeyi Trabzon Valisi ile karşılıklı teati ettirsinler. Veya, ''Kirpiciler'' bana acısınlar, sadece nasihat etsinler, ''bir daha olursa seni asabi 'hassas'larımıza veririz'' desinler!
Artık gına getirmiş olan ''futbol ve şiddet'' yazısına, geçen hafta Çarşamba günü Trabzon'da yaşanan ve ''insan olanın'' kanını donduracak olaylarla başladık. Geçen hafta da değinmiştik: Sorumlu ve yetkili şahıslar ''ortalık yerimizde''(kamusal alan da denebilir) gergin gergin vazifelenirlerse, onları izleyenler de kendi bildikleri yöntemlerle akışa eşlik ederler, diye. '' Bir toplumun iyiden iyiye bozulan psikolojisine nur topu gibi 'travmalar' hediye ediyorlar. '' diye de cümlemizi sonlandırmıştık. Basını, siyasetçisi, askeriyle, kulüp başkanından farklı hareket etmeyen, sorumlu-yetkili şahısların demeçlerinden, efelenmelerinden kaynaklı olaylar yine bizi televizyon karşısında "abandone etti". ''Tahrik olmaya teşne'' memleket efradı galeyana geldi, ve vicdanlarımızı bir kez daha yardı geçti.
Velhasıl, bu haftanın düne kadar asıl yazı konusu olan muhabbet de güme gitti. Malum, Yılmaz Vural ve dayak meselesi. Ama, mevzu ''tribünde şiddet ve bunun önlenmesi'' olunca, olayın hiç de gündelik hayatımıza çöreklenen, ''zıvanadan çıkma'' halinden bağımsız düşünülmemesi gerekliliği ortaya çıkmış oldu. Trabzon'daki ''melun'' hadisenin aktörlerinin TV'ye yansıyan yüzlerinde gördüğümüz o ifade, tribünde ve sahada gördüklerimize ne kadar benziyor. Fark etmediniz mi?
Hatta, Ankaragücü Teknik Direktörü Yılmaz Vural'ın, Sakarya maçında kırmızı kart gören iki oyuncusuna saldırmasıyla ilgili demeci çok daha ''sempatik'' geliyor insana:''Bunlar bizim aile sorunlarımız. İkisinin de kulağını çektik. Onlar benim çocuklarım, ben onların babasıyım. Benim tarzım bu. Kulak çektik, gerekirse tokat da atarız.'' Bu baba hiç olmazsa seviyor da! Meselenin diğer tarafında ise, sürekli dayak yiyen çocuklar... Ve nefret kusan bir baba...
Öte yandan, Vural'ın hareketi ve demeciyle anlattıkları oldukça sarih; Türk'ün ''galeyana gelme hali''ni meşrulaştırma şekli. Elbette, vahamet derecesi açısından, Trabzon'da yaşananla arasından ciddi nicelik ve nitelik farkı var. Ama hoşunuza gittiği gibi davranmayan, yaşamayan insanları dize getirmekte bellenen yöntem ve bu yöntemi utanmadan arlanmadan icra edebilme cesareti, popüler kimliklerin vaziyetlenmelerinden, popüler ''linç''lere kadar uzanan, bu torakların vicdanını iyiden iyiye çürütmektedir.
Bu memlekete bahar yine ''istemeye istemeye'' geliyor işte. ''Ama yok öyle yağma...Artistlik yapmasın, yer tokadı oturur aşağı. Burası Türkiye, buradan çıkış yok!''
* "Kirpi", Birgün gazetesinde yer alan medya eleştirisi köşesinin adıdır.
8 Nisan 2005 tarihinde Birgün'de yayınlanmıştır.
(Kâr amacı gütmemek şartı ile bu yazının tüm hakları, yazarını ve ilk yayımlandığı kaynağı belirtmek kaydıyla kullanmak isteyene aittir...)